Sıra dışı bir röportaj mekanı, sıra dışı bir röportaj, sıra dışı bir adam. Söz konusu film ve tiyatro yönetmeni Neco Çelik. Onunla Kreuzberg Markthalle Neun‘da (alm. kapalı çarşı dokuz) görüştük ve geçmişi ve geleceği ile ilgili konuştuk.
Neden tam olarak burada buluşuyoruz?
Bu kapalı çarşı benim hayatımın bir parçası. Ben bu kapalı çarşının etrafında büyüdüm ve burada bana benim çocukluğumu ve gençliğimi hatırlatan bir çok hatıra var. Mesela şuradaki Aldi‘nin yaklaşık 40 yıldır Aldi tabelası eksik. Türk büyük ailelerin oradan nasıl paletlerle yiyecekler satın aldıklarını çok iyi hatırlıyorum. Peki şimdi ne görüyoruz? Neredeyse hiç Türk yok. Büyük aileler artık dağılıyor. Ben beş çocuğum ile bir istisnayım. Şimdi bu çarşı bilinçli beslenen insanlarla dolu. Ben de sağlıklı beslenmeye önem veren bir insanım. Kendimi tiyatroda bulmasaydım aşçı olmak isterdim – bir beslenme sanatı.
»Schweinemilch« (alm. domuz sütü) başlıklı kısa filmini hatırlıyorum. Bu filmın konusu da 60‘lı yıllarda Almanya’ya göç eden konuk işçilerin beslenmesi.
Doğru! Söz konusu konuk işçilerin sorunları olduğu zaman daima beslenmeleri de tartışma konusudur. Konuk işçilerin Almanya’ya geldiklerinde karşılaştıkları zorluklar sadece Almanca dilini bilmemeleri konusu değildi. Beslenme ile ilgili bir çok engellerle karşılaştılar. Şimdi burada ne yiyebilirlerdi? Sadece Ekmek ve yumurta gibi ürünlerden emin olabiliyorlardı. Ama kafa karıştıran etiketler insanları kuşkulandırıyordu. Kısa filmde de olduğu gibi bir çok konuk işçi bazı gıda ürünlerinin nereden geldiğine dair emin olamıyorlardı. Mesela bir süt şişesinde inek resmi olduğu için Almanların domuz sağdığı zannedilmişti. Bunun gibi sonu gelmeyen bir takım yanlış anlamalar.
Schweinemilch‘in ilk gösteriminde bir çok şehirde yaşadığını ama yolların seni hep Kreuberg’e geri getirdiğini söylemiştin.
Sürekli bir yerden ayrılmaya eğilimliyim. Bu benim genlerimde var. Ama artık yıllar ben ve mahallemle aramda bir tür »Amour fou« (fran. çılgın aşk) oluşturdu. Sonuç olarak her şey burada başladı, film yapımcılığı ve daha sonra tiyatroda sahneleme.
En tanınmış düzenlemen »Schwarze Jungfrauen« (alm. siyah bakireler) ilk önce Hebbel am Ufer‘da ve daha sonra Gorki‘de çok başarılı oldu. Bu oyun tabu olan toplumsal konuları ele alıyor. Alman ve Türk toplumu buna nasıl tepki gösterdi?
Türk toplumunun tiyatro ile ilgilenmeyen kısmı hiç bir tepki göstermedi, çünkü bu oyundan haberleri olmadı. Elbette istisnalar var ama Almanya’da yaşayan Türk toplumu genelde pek tiyatroya ilgili değil. Almanlardaysa oyun orta ağırlıklı bir şok etkisi yarattı. Alman-Türk-İslam-Dünyası hakkında dar bakış açılarını, sınırlı görüşlerini açığa çıkardı. Zaten bu oyunla amaçladığımız şey de buydu. Oyun dokuz yıl gösterimdeydi. Son gösterim 2015 yılında yazın Gorki‘de gerçekleşti. Maalesef! »Schwarze Jungfrauen« (alm. siyah bakireler) oyunuyla radikal, post modern bir direniş sahneye koyduk. Bu göçmenlik-sonrası tiyatronun başlangıcı oldu. Esasen »Schwarze Jungfrauen« (alm. siyah bakireler) alman tiyatro tarihinde bir çeşit dönüm noktasıdır.
Türk toplumu neden tiyatroya gitmiyor?
İlk nesil Türkleri bizlerin sadece okuyup üniversiteye gitmemizi istiyorlardı. Sanat ve kültüre yer yoktu. Tiyatroya hâlâ yeterince ilgi gösterilmiyor. Fakat ne zaman bir Türk stand-up komedyen gelse veya bir Türk filmi sinemalarda gösterime girse salonlar dolup taşıyor. Konuları sürükleyici olmalı. Gençlerin tiyatroya daha fazla ilgi göstermelerinin gerektiğini düşünüyorum, çünkü biz burada, Almanya’da, dünyanın en iyi tiyatrosuna sahibiz.
»36 Boys« (ing. »36 erkek«) senin hayatında ne derece önem arz ediyor? Bildiğim kadarıyla sana çete geçmişin hakkında soru sorulduğunda rahatsız oluyorsun.
Doğru, rahatsız oluyorum. Artık 43 yaşındayım ve 25 senedir bana karşı bu konu açılıyor. Ama biz »36 Boys« (ing. »36 erkek«) değil »36ers«’dık (alm. »36’lılar«). O zamanlar çok farklı ve zor zamanlardı. Anne ve babalarımız 60’lı ve 70’li yıllarda konuk işçi olarak kırık dökük bir haldeki Berlin’e geldiler. Büyük aileler toplumun kıyısında, duvarın yanı başına yerleşmişlerdi. Genç insanlar üzerinde çok büyük etkiler gösteren bir yerleşim politikası. Şehirlerde »Şimşekler« veya »Vulkanlar« gibi çeteler hüküm sürüyordu. Bunlar Amerikan filmlerinden bilinen çetelerden değillerdi. Daha da aşırılardı. Üyeleri Kreuzberg sokaklarında bekçilik yapıp çeteye yeni çocuklar toplarlardı ve paralarını kısmen yasa dışı yollardan kazanırlardı.
Sonra bir Amerikalılaştırma gerçekleşti. »36ers«’ın (alm. »36’lılar«) daha genç üyeleri kendilerini »36 Boys« (ing. »36 erkek«) diye adlandırıp daha sonra bu isimden marka geliştirdiler. Bad-boy (ing. kötü erkek) imajını akıllıca alıp kendilerini iş adamları olarak kabul ettirdiler. »36 Boys« (ing. »36 erkek«) tişörtleri, bereleri ve pantolonları ile tanınmış bir marka oldular. Kendilerini »Mythos und Kult« (alm. efsane ve kült) olarak nitelendiriyorlar. Biz »36ers« (alm. »36’lılar«) aslında görünmeyen kişilerdik.
Ama bunların üzerinden epey zaman geçti. Ve insanların hayal güçleri çok başka bir şey oluşturdu. Bununla benim pek bir ilgim yok. Bu süreçten sonra zor bir hayat başladı. Okula tekrar başlayıp, para kazanıp, yaptığım hataları düzeltmem gerektiğinde ve erken baba olduğumda.
Bir süre televizyonlarda senin yazdığın ve Kreuzberg’in merkezinde çevrilen »Manyak Dükkan« dizisi gösterildi. Diğer çalışmaların dışında yeni bir dizi için planların var mı?
»Manyak Dükkan« ile o zamanlar yeni bir şey denedim, ama daha sonra tiyatro ve filme doğru yola devam ettim. Şimdi yeni bir dizi yazdım. Bu sefer konu tüm sorunlarıyla birlikte alman toplumunu yansıtan zengin, göç sonrasından bir aile. Konu hep konuk işçiler olmak zorunda değil ki. Şimdi sıra göç sonrası projeleri televizyon ve sinemada, yani kitlesel medyada görmek.
Konuk isçi konusu yani »out« mu (ing. demode)?
Hayır, fark ettim ki, konuk işçi adeti bir değişim yaşıyor. Yeni nesil Almanya’ya gelen ilk Türkleri hatırlayıp onlara karşı saygı göstermek istiyor. Türk diliyle bağlantıları var ve sık sık Türkiye’ye gidiyorlar. Çünkü anne babalarımız veya nene ve dedelerimizin yaptığı şeyler yanlış olamaz. Artık sadece Türk vardiya işçileri yok. Bu topluma kendimizi kabul ettirdik. Ben yönetmen oldum, sen öğretmen. Bazıları gazeteci olarak çalışıyor, bilim veya politik dallarında etkin. Nene ve dedelerimiz veya anne ve babalarımızdan çok şey öğrendiğimiz için ve bu bilgileri hayatımıza ve topluma kazandırabilme imkanımız olduğu için şükretmeliyiz.
Son olarak kendini üç kelimeyle tarif edebilir misin?
BEN … KARMAŞIK … BİRİYİM
Çeviri: Semiha Acar