adressarrow-left Kopiearrow-leftarrow-rightcrossdatedown-arrow-bigfacebook_daumenfacebookgallery-arrow-bigheader-logo-whitehome-buttoninfoinstagramlinkedinlocationlupemailmenuoverviewpfeilpinnwand-buttonpricesine-wavetimetwitterurluser-darwinyoutube
Müzİk & Dans

Baba Zula Felsefesi

Baba Zula İstanbul’un en olağanüstü saykodelik gruplarından biri. Levent Akman, Murat Ertel, Coşar Kamçı ve harika Melike Şahin sayesinde oryantal dub tüm dünyada konser salonlarında yerini buldu. Özellikle Fatih Akın’ın Crossing the Bridge belgeselinden sonra Almanya’da da daha fazla ün sahibi oldu. Club Bahnhof Ehrenfeld, Köln’de performanslarını izleme ve sonrasında kısa bir röportaj yapma şansımız oldu.

Baba Zula’yı anlamak isteyenlerin, canlı gösterilerini en az bir kere tecrübe etmesi gerekir. Ben bilerek gösteri diyorum; çünkü performansları ucube gösterilere ve çeşitli kültürlerin birleşimine benziyor; kuzey, güney, doğu, batı; doğu ülkeleri (şark) ve batı ülkeleri; funk ve elektro; geleneksel tonlar ve modern ritimler birleşiyor. Baba Zula insanı uzun ve unutulmaz bir yolculuğa çıkarıyor! Gözlerinizi kapatıyorsunuz ve birden Anadolu’nun içindesiniz, sonra sizi oradan alıyor ve melodik bir Türk düğününde buluyorsunuz kendinizi, halay çekiyorsunuz ve bunların arasında şamani hayaletler Sufi müziğinde sallanırken reggae, dub ve halk müziği duyuyorsunuz! Otomatikman bu inanılmaz ritimle hareket ederken sen aynı zamanda tüm interaktif sahne tasarımı dolayısıyla coşuyorsunuz. Sembollerin her türde duyusal seviyedeki birleşimi; şarkı, şiir, dans ve kıyafetlerin sembolik önemi. Çok çabuk Baba Zula ekibinin kendini neden müzisyen değil de sanatçı olarak gördüklerini anlayacaksınız.

Baba Zula’nın arkasında kim veya ne var?

Baba Zula bir yeni kelime kombinasyonu ve aşağı yukarı büyük sır demek. Bu aynı zamanda grubun felsefesi ve ilham kaynağı; en büyük sır ve aynı zamanda en büyük hediye olarak hayat. Onlar kültürel köklerinin güçlerini, ki bu kökler Türkten Osmanlı, İslam öncesi şamani zamanlara kadar çeşitli, müziklerini etkilemelerine izin veriyorlar ve bu sırada sanatı özgürlüğün ve hayata minnettarlığın sesi olarak kullanıyorlar! Ayrıca ulusal sanatçılardan; Barış Manço ve Erkin Koray, uluslararası sanatçılardan; Jimi Hendrix ve James Brown’dan  etkileniyorlar. 1996’da kurulan grup her normu şarkılarında kırmaya devam ediyor. 15 saniye de 15 dakika da süren şarkıları var. Sahne kostümlerine bakış açıları da aynı şekilde çeşitli; 80lerden simli bir bluz, bir Alevi eteği, bir Anadolu çobanı mantosu ya da püsküllü bir çarliston elbisesi. ‘’Empati oluşturmak. Senin olmayanı kucaklamak ve asıl sahibini anlamak,’’ onların cevabı. Provokatif olmak istemiyorlar; ama tüm kültürel, dinsel ve etnik önyargıları ve hınçları yenmek istiyorlar. Sanatlarını ve müziklerini bu köprüyü kurmak için kullanıyorlar ve bu sayede insanları bir araya getiriyorlar.

“Müziğimizle stereotipleri ve önyargıları kırmak istiyoruz. Bu bizim misyonumuz! Hepimiz insanız! İnsan insandır!”

BabaZula_im Text

Bunu konserde de hissettik; Almanlar, Türkler, Alman-Türkleri, başka etnik gruplardan olanlar, sağlıklı, engelli, genç ve yaşlı kadın ve adamlar Baba Zula felsefesini hissedip dans ettiler. Röportajdan sonra bizde olağanüstü, duruşlarını sonuna kadar yaşayan bir grubu tanıdığımızdan emin olarak veda ettik. Baba Zula her günün rahatlığına savaş açan, stereotipleri yıkan ve bireysellik talep eden, isyankar idealistler!

Baba Zula’nın renk. okuyucularına mesajı:

“Sanat ve yaratıcılığın hep bir coğrafik bağı da var. Bu nedenle Alman-Türkleri çok şanslı! Örneğin, biz İstanbul’un avantajlarını kullanıyoruz. Bu çok basit, İstanbul batıyla doğunun buluştuğu yer. Almanya’nın da benzer bir pozisyonu var. Bir tür deney; Alman-Türkleri Türk ve Alman kültürüyle büyüyorlar, bu kültürleri birleştiriyorlar ve bu nedenle de kendi yollarında bir çok yaratıcı şey yapabilirler. Bunu zaten yapan insanlar var; başarılı yönetmen ve oyuncular olarak, sanatçı ve fotoğrafçılar olarak ve kesinlikle başka alanlarda da. Biz size sadece şunu söylemek istiyoruz; kesinlikle en ufak bir komplekse bile gerek yok! Örneğin Türkçenizin kötü olması gibi. Bu Alman-Türk aksanı özel bir şey! Bir kopyanın bile estetiği vardır! Her şeyin kendi estetiği vardır! Utanmanıza gerek yok! Alman-Türk oluşunuzun özelliğini kullanmalısınız, buna tutunmalısınız ve keyfini çıkarmalısınız! Bununla kendinize güvenir bir noktaya geldiğinizde çok fazla şey başarabilirsiniz!”

Text: Saliha Kubilay
Çeviri: Yonca Lina Çopuroğlu

Sonrakİ yazı

Sanat & Tasarım

“Internet of Things” – “Eşyaların İnterneti”

Arzu Uyan'la Sohbet

    Lust auf Lecker Newsletter?